Altyapı düzenlemeleri ve yol tamiratları, planlama aşamasında toplumun en savunmasız kesimlerini düşünmeden hayata geçiriliyor. Her inşaat ya da tamirat öncesinde engelli bireylerin, özellikle engelli çocuklu annelerin günlük yaşamına kesintisiz ulaşım

Altyapı düzenlemeleri ve yol tamiratları, planlama aşamasında toplumun en savunmasız kesimlerini düşünmeden hayata geçiriliyor. Her inşaat ya da tamirat öncesinde engelli bireylerin, özellikle engelli çocuklu annelerin günlük yaşamına kesintisiz ulaşım sağlanması temel ilkeden olsaydı, belki de bu tür sorunlarla defalarca karşılaşmazdık. Maalesef, “önce herkes, engelliler en son” mantığı hakim; bu da erişilebilirlik konusunu hep ikinci plana itiyor. Her “Yol şu an kapalı, kaldırımı kullanın” talimatı, kalabalık ve uygunsuz kaldırımların yaşattığı zorluklarla birleşince, altyapıların aslında ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koyuyor.

Altyapı çalışmalarında görülen düzensizlik sadece yollarla sınırlı değil. Doğal gaz, elektrik, telefon, su ve hatta internet hizmetleri, uzun vadeli kullanım planları gözetilmeden, aç-kapa müdahalelerle yapılıyor. Kısa vadeli çözümler, uzun vadede şehirlerin altyapısında ciddi sorunlara ve hatta deprem gibi acil durumlara müdahale edilememesine yol açıyor. Bu eksiklik, sürdürülebilir ve insan odaklı planlamanın ne kadar elzem olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Irmak Caddesi’ndeki deneyimim, yaşadığım gerçeklerle altını çiziyor bu eksikliği. Günlük olarak aynı güzelleştirme çalışmaları çerçevesinde, yolun iki metre toprakla dolması ve ardından eklenen çakıl, asıl sorunu çözmek yerine engelleri artırdı. Yan kaldırımlar, tekerlekli sandalyeye uygun olmaktan ziyade, beni her geçişte yardım istemeye zorlayan dik yokuşlara dönüştü. Belediye ile yazışmalar, yüz yüze görüşmeler arasında somut bir düzeltme getirilemezken, yol hâlâ topraklı ve erişilebilirlikten uzakta kalmaya devam ediyor. Bu durum; erişilebilir yaşam alanlarına duyulan ihtiyacın göz ardı edilmesinin, günlük yaşamı ne denli zorlaştırdığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.

Temel sorun, projelerin yalnızca kısa vadeli çözümlerle sınırlı kalması ve uzun ömürlü, tüm toplum kesimlerini kucaklayacak planlamaların yapılmaması. Bir ilin yağış miktarı kadar basit verilerle dahi hesaplanabilecek öngörüler; geniş kanallar, koordineli altyapı çalışmaları ve uzun dönemli kullanma planlarıyla desteklense, bugün yaşanan sorunların önüne geçilebilirdi. Ancak, bölgeler arası koordinasyon eksikliği ve kurumlar arasındaki yetersiz iletişim, engelli vatandaşların günlük yaşama entegrasyonunu zorlaştıracak adeta bir labirente dönüşüyor.

Ulaşımda sürdürülebilirlik ve erişilebilirlik sadece bir alt yapı meselesi değil; aynı zamanda toplumsal adaletin, yaşam kalitesinin ve temel insan haklarının bir yansımasıdır. Engelli bireylerin –ve özellikle engelli çocuklu annelerin– yollarda, kaldırımlarda ve kamu alanlarında karşılaştığı zorluklar, modern şehirlerin tasarımında köklü değişikliklere ihtiyaç duyduğumuzu açıkça ortaya koyuyor. Kalıcı çözümler, kısa vadeli yamalardan çok, kapsamlı, uzun vadeli projelerin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir. Gelecek nesillere daha adil, daha erişilebilir bir şehir bırakabilmek için artık öncelik sıralamamızda “en son” olanı “ilk”e çıkarmamız gerekiyor.


Bu yazı, sadece şehir planlamasındaki aksaklıkları değil, aynı zamanda engelli bireylerin de maruz kaldığı toplumsal dışlanmayı vurguluyor. Belki de, altyapı çalışmalarında “insan odaklı planlama” sesinin daha güçlü duyulması, engellilerin yaşam kalitesini ve kamu hizmetlerine erişimini daha da artıracaktır. Geleceğe dair umutlarımız, ancak tüm vatandaşlarımızın yaşam alanları düşünülerek inşa edilen bir şehir vizyonuyla mümkün olabilir.